Favorilere Ekle

Günümüzde yeni dinler ortaya çıkıyor mu?

SDAI tarafından 3 ay önce oluşturuldu - 11 Ocak 2024 Perşembe 10:59

Cevaplar

SDAI
- 3 ay önce

Görsel Yükleniyor...
Muhammed'den, İsa'dan ve Buda'dan önce, Zerdüşt adında bir din öncüsü vardı. Bu düşünce sistemini yaklaşık 3.500 yıl önce, Bronz Çağı İran'ında tek tanrılı bir görüşle benimsemişti. Bir bin yıl sonra, Zerdüşt'ün öncülük ettiği Zerdüştlük, dünyanın ilk büyük tek tanrılı dini olarak Pers İmparatorluğu'nun resmi dini haline geldi. Ateş tapınakları, milyonlarca müridin ziyaret ettiği kutsal yerler haline gelmişti. Ancak bin yıl sonra, imparatorluk çöktü ve Zerdüştler, işgalcilerin inandığı İslam dinini benimsemeye başladılar. Günümüzde, yani 1.500 yıl sonra, Zerdüştlük maalesef ölmekte olan bir din olarak karşımıza çıkıyor. Kutsal ateşlerini yakan mürit sayısı ise gün geçtikçe azalmaktadır.
Dinlerin Doğduğunu, Büyüdüğünü ve Öldüğünü Biliyoruz. Ya Sonrasında?
Bir birey, yeni bir din öne sürdüğünde, genellikle bu öneriyi "kült" olarak etiketleyip görmezden geliriz. Ancak birçok insanın paylaştığı bir inanç sistemiyle karşılaştığımızda, bu öğretileri ve gelenekleri zaman içinde kaybolmayan, kutsal kabul edilen unsurlar olarak değerlendiririz. Bir din öldüğünde, bu inançlar "mit" halini alır ve "kutsal gerçeğe" yönelik yorumlar sona erer. Mısırlılar, Yunanlılar ve İskandinavlar gibi eski medeniyetlerin tanrıları da zamanla gerçekten kabul edilen şeylerden efsanevi hikayelere dönüşmüştür.
Günümüzde bile baskın olan dinler, zaman içinde sürekli evrim geçirmişlerdir. Hristiyanlık, örneğin, geniş bir kilise olarak hizmet vermeye başlamıştır. Eski belgeler, İsa'nın aile hayatına dair hikayeleri ve Yehuda'nın asaletini anlatan yazıları içermektedir. Kilisenin bu kutsal metinleri birleştirip bir din haline gelmesi, ancak üç yüzyıl süren bir süreç sonrasında olabilmiştir; bu sürecin ardından Hristiyanlık, 1054 yılında Doğu Ortodoks ve Katolik Kiliseleri olmak üzere iki mezhebe ayrılmıştır. O zamandan beri Hristiyanlık, Quaker mezhebinden Pentekostalistlere kadar birçok mezhebe bölünmeye devam etmiştir.
Eğer kendi dininizin mutlak gerçeğe ulaştığına inanıyorsanız, değişebileceği düşüncesine karşı çıkabilirsiniz. Ancak tarih, inançlarımızın zaman içinde değişme veya kaybolma ihtimali olduğunu gösterir; bu nedenle, bugünkü güçlü inançlarımızın bile gelecekte farklılık gösterebileceği unutulmamalıdır.
Dinler tarihsel olarak bu kadar değişmişse, gelecekte ne tür değişikliklerle karşılaşabiliriz? Tanrılara ve kutsal öğelere duyulan inancın zamanla kaybolma olasılığı ne kadar sağlam bir düşüncedir? Medeniyetimiz ve teknolojimiz ilerledikçe, yeni ibadet ritüelleri ortaya çıkabilir mi? Tüm bu sorulara cevap bulabilmek için öncelikle şu soruyu sormalıyız: Dinler neden ortaya çıkar?

Görsel Yükleniyor...
Bir Zerdüşt Ateş Tapınağında binyıldan uzun süredir yanmakta olan ateş
İnancın Temelleri
18. yüzyılda yaşamış olan Fransız filozof Voltaire, bu sorulara kendi unutulmaz bir yanıt sunarak şöyle demiştir:
"Eğer Tanrı olmasaydı bile, onu icat etmemiz gerekirdi."
Voltaire'in bu sözü, genellikle organize dinlere olan eleştirisi nedeniyle çeşitli eleştirilere maruz kalsa da, bu ifadesiyle toplumların işleyebilmesi için tanrı inancının bir gereklilik olduğu noktasına samimiyetle dikkat çekmiştir. Kilisenin bu konuda tekeline almasına karşı çıkmasına rağmen, Voltaire, toplumların bu tür inanç sistemlerine duyduğu ihtiyacın bir gerçeklik olduğunu vurgulamıştır.
Günümüzde birçok ilahiyat öğrencisi, dinin toplumsal bir birliktelik sağlayarak, toplumun ihtiyaçlarına hizmet etme fonksiyonuyla ilgili düşünceyi benimsemektedir. "Din, halkın afyonudur." düşüncesinden başlayarak, "Bilimi ve adaleti mümkün kılan 'aydınlık' kavramının temelinde din vardır." düşüncesine kadar pek çok fonksiyonel hipotez bulunmaktadır. Ortak bir nokta ise, dinin bireyleri bir araya getirerek onlara avlanma, tapınak inşa etme veya siyasi bir partiye destek verme gibi faaliyetlerde bulunma olanağı tanıdığı düşüncesidir.
Boston'daki Zihin ve Kültür Merkezi'nde görevli Connor Wood, dinin günümüze kadar varlığını sürdürebilmesinin, "inanılmaz derecede karmaşık kültürel baskıların, seçilim süreçlerinin ve evrimin meydana getirdiği" dinlerden kaynaklandığını belirtmektedir. Wood'a göre, yeni dinler sürekli olarak ortaya çıkmakta, mürit kazanma yarışına girmekte ve zamanla vahşi sosyal ve politik ortamlarda kaybolmaktadır.
Bu argüman çerçevesinde, dinlerin varlıklarını sürdürebilmek için müritlerine çeşitli faydalar sağlamaları gerektiği iddiası ortaya konabilir. Örneğin, Hristiyanlık, Roma İmparatorluğu döneminde ortaya çıkan ve birçoğu zaman içinde kaybolan dinler arasında sadece biriydi. Connor Wood'a göre, Hristiyanlığın bu dönemde ayakta kalmasını sağlayan faktörlerden biri, hasta bakımıydı. Yani salgın hastalık dönemlerinde, pagan Romalılara kıyasla daha fazla Hristiyanın hayatta kaldığı gözlemlenmiştir. İslam ise başlangıçta müritlerini onur, alçakgönüllülük ve hayırseverlik gibi niteliklerle çekmiştir, ki bu özelliklere 7. yüzyıl Arap Yarımadası'nda pek rastlanmamaktaydı.
Bu bakış açısına göre, bir toplumda dinin belirli bir rol oynayacağı ve bu rolün, dinin sunduğu faydaların doğrudan bir yansıması olacağı düşünülebilir. Voltaire'ın ifade ettiği gibi, farklı toplumlar ihtiyaç duydukları tanrıları yaratacaktır. Aynı şekilde, benzer toplumların, izole bir şekilde yaşasalar bile benzer dinlere sahip olabileceği düşünülebilir. Bu tezi destekleyen bazı çalışmalar bulunsa da, din konusu her kuralın istisnası olduğunu hatırlatmak önemlidir.

Görsel Yükleniyor...
"Büyük Tanrılara" duyulan inanç, "yabancılardan oluşan toplumların" oluşabilmesini sağladı
Örneğin, avcı-toplayıcı topluluklar, doğaüstü güçlere (animizm) ve dünyanın doğaüstü güçlerce kontrol edildiğine (animatizm) inanma eğilimindedir. Bu inanışlarda, insan ahlakına fazla vurgu yapılmaz ve doğayla uyum içinde olunması önemlidir. Bu dünya görüşü, küçük ve doğayı yakından tanıyan gruplar için anlamlı olabilir ve soyut ahlaki kurallara duyulan ihtiyacı ortadan kaldırabilir. Ancak, modern Japonya gibi istisnalar da mevcuttur, çünkü burada geniş ölçüde animist temelli bir din olan Şintoizm yaygındır.
Spektrumun diğer ucunda ise yoğun nüfuslu Batı toplumları bulunmaktadır. Bu toplumlarda Yehova, İsa ve Allah gibi temel inançlara sahip olanlar, dinin ahlaki kuralları belirleyip uygulamasını bekleyebilirler. Psikolog Ara Norenzayan'ın iddiasına göre, "çok sayıda yabancının bir araya gelmesiyle oluşan toplumlar," bu "Büyük Tanrılara" inanç sayesinde bir arada yaşarlar. Bu düşünceyi destekleyen neden-sonuç ilişkisi son zamanlarda çürütülmüş olabilir, ancak bu inanç sistemine sahip toplumların görece daha huzurlu yaşadığı bir gerçektir. Büyük Tanrı'nın gözetlediği düşüncesi, insanları belirli ahlaki normlara uymaya teşvik edebilir.
Ancak, günümüzde birçok toplum büyük nüfuslara ve farklı kültürlere ev sahipliği yapmaktadır. İnanç sahibi insanlar ve hatta inançsız bireyler bir arada yaşamaktadır. Tanrı'nın emirlerine değil, devlet tarafından belirlenen kanunlara itaat ediyoruz. Sekülerizm yükselmekte ve bilim, dünyayı anlamamızı ve şekillendirmemizi sağlayan araçları geliştirmeye devam etmektedir.
Tüm bu gözlemler ışığında, birçok insan, dinin geleceğinin belirsiz olduğu konusunda giderek hemfikir olmaktadır.
Cennetin Olmadığını Hayal Etmek Mümkün mü?
Büyük entelektüel ve politik akımlar, 20. yüzyılın başından bu yana bu önermeyi gündeme getirerek tartışmaktadırlar. Kimi sosyologlar, bilimin sürekli gelişiminin toplumun "kafirleşmesine" yol açtığını ve artık büyük sorulara doğaüstü cevaplar aranmasına duyulan ihtiyacın azaldığını savunmaktadır. Sovyet Rusya ve Çin gibi komünist devletler ise ateizmi resmi devlet politikası olarak benimseyerek kişisel dini ritüellere dahi olumsuz bir bakış açısı sergilemişlerdir. Ünlü sosyolog Peter Berger, 1968 yılında The New York Times'a verdiği bir röportajda, "21. yüzyılda dini inanç sahibi insanlar, küçük topluluklar halinde yaşayacak ve global seküler kültüre direnmeye çalışacaklar" şeklinde bir öngörüde bulunmuştur.
Günümüzde, Berger'in bu sözleri neredeyse kutsal bir bilgelik olarak kabul edilirken, birçok sekülerist bu görüşe dayanarak, yapılan anketlerde nüfusun giderek artan bir çoğunluğunun nonteist olduğunu ifade etmektedir. Bu durum, zengin ve stabil ülkelerin yanı sıra Latin Amerika ve Arap dünyasında da gözlemlenmektedir. Amerika'da bile nonteistlerin sayısı hızla artmış olup, 2018'de yapılan bir ankete göre, "dini inancım yok" cevabını veren insanlar, Evanjelik Hristiyanları geride bırakarak en büyük grup haline gelmiştir.

Görsel Yükleniyor...
Multikültürel modern toplumlarda birçok farklı inanca sahip insan yan yana yaşıyor
Ancak, dinin varlığının azalacağına dair bu genel öngörü, Pew Araştırma Merkezi'nin 2015 yılında yaptığı bir modellemede sorgulanmıştır. Bu modellemede, dünyanın büyük dinlerinin geleceği demografik, göç ve din değiştirme faktörleri göz önüne alınarak tahmin edilmiştir. Pew'in bulgularına göre, 2050 yılına kadar dini inanç sahibi nüfusun %87'ye yükseleceği, Müslüman sayısının Hristiyan sayısına yaklaşacağı ve herhangi bir dine inanmayan insanların sayısının küçük bir miktar azalacağı öngörülmüştür.
Bu örüntü, genellikle "Batı'da sekülerleşme, diğer bölgelerde ise dinin hızla büyümesi" şeklinde özetlenir. Ekonomik ve toplumsal güvenliğin bulunmadığı bölgelerde dinin büyümeye devam ettiği, bununla birlikte, zengin ve stabil ülkelerde dinin azaldığı gözlemlenmiştir. Bu durum, dinin psikolojik ve nörolojik etkileriyle uyumludur. Zorlu yaşam koşullarında veya afet durumlarında din, sıklıkla psikolojik ve pratik bir destek olarak işlev görmektedir.
Dolayısıyla, günümüzde bile dinin varlığının devam ettiği ve Berger'in öngörüsünün sadece genel bir eğilim olduğu söylenebilir. Dinin varlığı, yaşanan toplumsal ve bireysel koşullara bağlı olarak değişiklik gösterebilmektedir.
İnsanların "nonteist" terimini kullandıklarında neyi ifade ettikleri konusunda dikkatli olmak önemlidir. Nonteist bir birey, organize dinle pek ilgilenmeyebilir, ancak bu durum onun militan bir ateist olduğu anlamına gelmez. Sosyolog Grace Davie'nin 1994 yılında gerçekleştirdiği bir çalışma, insanları dini bir topluluğa üyelik ve dini inanç boyutlarında değerlendirmiştir. Çalışmanın bulguları şu şekildedir:
  • Geleneksel bağlamda inanan bireylerin hem bir aidiyet hissettiğini hem de dini unsurlara inandığını gösterir.
  • Militan ateistlerde bu aidiyetin ve inancın bulunmadığını ifade eder.
  • Bazı insanların bir dini topluluğa aidiyet hissetmelerine rağmen inançsız olduklarını gösterir.
  • Diğer bazı insanların ise kimi dini unsurlara inandıklarını, ancak herhangi bir topluluğa üye olmadıklarını ortaya koyar.
Özellikle son iki grup, araştırma kapsamında dikkat çekicidir. Birleşik Krallık'ta yürütülen İnançsızlığı Anlama Projesi çerçevesinde gerçekleştirilen bir çalışma, ateistlerin dörtte üçünün ve agnostiklerin ise her on kişiden dokuzunun, doğaüstü varlıklardan ölümden sonra yaşama kadar birçok konsepte açık olduklarını bildirdiğini ortaya koymuştur. İnançsız bireyler arasında hem kendi aralarında hem de ülkeler arasında çeşitli farklılıklar bulunmaktadır.
Bu araştırmanın dikkat çeken bir fikri ise toplumsal normlara yerleşmiş olan "ruhlara inanıyor, ama inançsız" yaklaşımının aslında köklerinin olduğudur. Bu yaklaşım, inançsızlığın birçok farklı biçimde yaşanabileceğini gösterir. Peki, bu yaklaşım bize ne anlatıyor?
Eski Tanrılar Geri Dönüyor!
2005 yılında Linda Woodhead, "The Spiritual Revolution" (Ruhsal Devrim) adlı kitabında, İngiltere'deki Kendal kasabasında gerçekleştirilen yoğun bir inanç çalışmasını tasvir etti. Woodhead ve ortak yazarı, insanların organize dinlerden hızla uzaklaştığını ve bu uzaklaşmanın, "şeylerin düzenine uymak yerine insanların kendi kimliklerini tanımlama biçimlerini benimseyen ve destekleyen birey temelli uygulamaların" etkili olduğunu vurguladı. Kitaplarında, kasabanın Hristiyan kiliselerinin bu değişimi kabul etmemeleri durumunda toplumsal bağlamlarını kaybedebileceklerini ve bu süreçte birey temelli uygulamaların bir "dinsel devrimde" popülerleşeceği düşüncesiyle sona erdi.
Bugün Lancaster Üniversitesi'nde din sosyoloji profesörü olarak görev yapan Woodhead, devrimin gerçekleştiğini ve Birleşik Krallık'ta organize dinin günbegün güç kaybettiğini belirtiyor ve şunları ekliyor:
"Dinler, insanlar Tanrı'nın 'kendi için çalıştığını' hissettiğinde ve subjektif temellerde ikna edici önermelere sahip olduklarında başarılı olur."

Görsel Yükleniyor...
Amerikan Megakiliseleri binlerce inançlı kimseyi ağırlıyor.
Fakir toplumlarda, iyi bir talih veya kalıcı bir iş için dua etmek yaygındır. "Refah Müjdesi," birkaç Amerikan mega kilisesinin ana temasıdır ve bu kiliselerin müritleri ekonomik açıdan güvensiz bireylerden oluşmaktadır. Dinden tatmin ve anlam beklemek, ancak temel ihtiyaçlar karşılandığında mümkündür; bu, geleneksel dinin eksik kaldığı bir alan olarak ortaya çıkar. Özellikle geleneksel doktrinler, seküler toplumun cinsiyet eşitliği gibi düşünceleriyle çeliştiğinde, bu farklılıklar daha belirgin hale gelir.
Bu nedenle insanlar, kendi inanç biçimlerini oluşturmaya başlamıştır. Peki, bu birey temelli dinler neye benzer? Bu konuda oldukça popüler bir yaklaşım, bağdaştırmacılık olarak bilinen sinkretizmdir.
Sinkretizm Nedir?
Bu "gelenekleri ve pratikleri al-karıştır" yöntemi genellikle kültürlerin birbirine karışmasıyla meydana gelir. Birçok din, sinkretik unsurlara sahiptir; bu unsurlar zaman içinde asimile olur ve fark edilemez bir hal alır. Hristiyanlıkta Noel ve Paskalya gibi kutlamalar, temellerini arkaik paganizmden alır. Çin'de ise birçok insan Mahayana Budizmi, Taoizm ve Konfüçyüsçülüğün bir bileşenini günlük pratiklerine yansıtır. Türklerde ise kimi Göktengri pratikleri, İslam çatısı altında halen yaşamaktadır. Bu eklemlenmeleri görmek, Vodoun ve Rastafaryanlık gibi görece daha genç dinlerde daha kolaydır.
Yeni dini hareketler eski bir dinin ana hatlarını korurken insanın özgürlüğünü kısıtlayan ya da modası geçmiş kimi ritüellerini dışarıda bırakırlar. Bunun Batı dünyasında nükseden bir biçimi, kimi hümanistlerin İncil'i herhangi bir doğaüstü olay, çağrı olmaksızın yazarak "ateist tapınaklar yaratma" çabalarıdır. Bu çabalar arasında "Pazar Çağrısı" ise Tanrı'ya herhangi bir referansta bulunmaksızın kilise ritüellerini gerçekleştirmeyi hedefler. Dinin köklü, geleneksel unsurları olmadan pektabii bunlar başarılı olamaz; öyle ki Pazar Çağrısı, baştaki popülerliğini korumakta güçlük çekmektedir.
Buna karşın Woodhead, şu anki kriz döneminde ortaya çıkacak dinlerin çok daha köklü temellere sahip olabileceğini düşünmektedir. Ruhsal devrimcilerin 1960-70'lerde yaşamış ilk nesli, optimist ve universalist kimselerdi ve birçok dinden seve seve ilham alıyorlardı. Bu neslin torunları ise bugün jeopolitik stres içinde, sosyoekonomik endişelerle yaşıyor. Woodhead'e göre tam da bu sebeplerle bu nesil daha basit zamanlara geri dönmek isteyecek, global kapsam fikrinden çıkıp yerel kimliklere odaklanacaklar. Woodhead, şöyle diyor:
"Bu tanrıların 'sizin tanrılarınız' olması önemli; yaratılmış şeyler olmamalı."
Avrupa bağlamında bu düşünce, paganizme olan ilgiye tekrar bir sahne hazırlıyor. Yarı unutulmuş "yerli" geleneklerin bu şekilde diriltilmesi, çağın ruhunu yaşatırken modern endişelerin de dile gelmesini sağlayabiliyor. Paganizm antropomorfik tanrılardan öte dağınık güçleri öne sürer; böylelikle insanlar doğaüstü tanrılara ihtiyaç duymaksızın yakın hissettikleri nosyonlar çerçevesinde bir din kurgusu yaratabiliyorlar.
Örneğin İzlanda'da küçük fakat hızla büyüyen Ásatrú inancı, kimi eski Viking geleneklerinden ve mitolojisinden öte bir doktrine sahip olmamasına karşın toplumsal ve ekolojik kimi sorunlarda aktif tavır sergiliyor. Birleşik Krallıklar'da Druidlik başta olmak üzere Avrupa'da çeşitli bölgelerde ortaya çıkan bu inanç biçimlerinin hepsi liberal meyillere sahip değil; bazıları muhafazakar "geleneksel" değerlere geri dönme çabasında. Bu çabalar da karşıt görüşlerin geçerliliği çerçevesinde kimi tartışmalara sebep oluyor.
Bu faaliyetlerin tamamı şu anda niş, imandan öte sembol oyunları ile gerçekleştirilen pratikler olarak değerlendiriliyor. Ancak bu pratikler zaman içinde bir iman biçimine sahip ve tutarlı dinler halini alabilir. Woodhead bu konuda dikkati Rodnovery'nin (antik Slavların geleneksel ve patriyarkal gelenekleri) Sovyetler Rusyası'ndaki kaba adaptasyonuna çekerek bu yeni dinlerin alabileceği yolları örnekliyor.

Görsel Yükleniyor...
Druidler ve Paganlar arasında dans eden bir kadın, Stonehenge.
Dünya dinlerinin öngörülebilen gelecekte mevcudiyetini koruyacağı ve evrimleşeceği açıkken, içinde bulunduğumuz yüzyılda bu büyük dinler arasından küçük dinlerin fırladığını da gözlemlemekteyiz. Peki bu "Büyük Tanrılar toplumu bir arada tutan konseptlerdir." düşüncesi için ne anlama geliyor?
Mamon'un Himayesinde Bir Ulus
Temel fikirleri şu şekilde özetleyebiliriz:
Seküler Toplumların Varlığı: Yazı, cömert ekonomiler, iyi devlet yönetimi, sağlam eğitim ve etkili bir hukuk sistemine sahip olan seküler toplumların, dinin varlığına ihtiyaç duymadan yaşamak için uygun bir zemin sunduğunu savunmaktadır. Bu durum, birçok inançsız bireyin yaşadığı güvenli ve uyumlu toplumları örnek göstermektedir.
Seküler Kurumların Dini Temelleri: Ancak metin, dinbilimcilerin seküler kurumların bile dinsel temellere dayandığını iddia ettiğine vurgu yapar. Örneğin, hukukun sosyal normlara dayandığını ve bu normların genellikle dinsel kökenlere sahip olduğunu belirtir.
Din ve Toplumsal Stabilite: Tartışmaya açılan bir diğer konu, metinde ifade edildiği gibi toplumların güçlü ve istikrarlı olmalarının dinin varlığına mı yokluğuna mı bağlı olduğudur. Yani, sosyal stabiliteye dinin etkisi mi, yoksa seküler kurumların gücü mü etki etmektedir, bu konu sorgulanmaktadır.
Yeni Ateist Görüş: Metin, bazı düşünce akımlarının, dinin tamamen anlamsız bir inanç olduğunu savunarak, toplumların dinin etkisinden kurtulmanın daha etkili bir kalkınma sağlayabileceğini öne sürdüğünü belirtmektedir.
Connor Wood'un Görüşü: Yazı, Connor Wood'un bakış açılarını da içermektedir. Wood, güçlü ve istikrarlı toplumların maliyetli olduğunu, kısa vadeli sürdürülebilir modellerin oluşturulmasının zorluğunu vurgulamakta ve Batı'nın piyasa kapitalizmi ve demokrasi ideallerinin her zaman temel alınamayacağına dikkat çekmektedir.
Sonuç olarak, metin din, sekülerizm, toplumsal stabilite ve kalkınma gibi konularda farklı görüşleri içermekte ve bu konuların karmaşıklığını vurgulamaktadır.
Bu durum, dinler açısından bir zorluğa işaret eder. Çünkü piyasa kapitalizmi ve demokrasi, dinlerin evrimleştiği dönemlerden önemli ölçüde farklılaşmıştır ve bu evrimi mümkün kılan unsurların yerine geçmiştir. Connor Wood, bu konuda şu ifadeleri kullanmaktadır:
"Kapitalizme din demek konusunda oldukça temkinli olurdum; ancak birçok kapitalist kuruluş, kurumsal yaşamın her alanında olduğu gibi bazı dini unsurları içinde barındırmaktadır. Pazarın 'görünmez eli' neredeyse doğaüstü bir varlık gibi hareket etmektedir."
Borsada birçok insanın katıldığı yüksek derecede ritüelleşmiş takas işlemleri, neredeyse Mamon'un tapınaklarını andırır bir hale gelmiştir. Hatta ölü veya diri birçok din, modern yaşamın zorlu koşullarına uygun metaforlar içermektedir.

Görsel Yükleniyor...
Bir Roma Katolik Rahibi Manila - Filipin Menkul Kıymetler Borsası'nın açılış ayinini yönetiyor.
Bu tür psödo-dini toplumsal ritüeller, iyi günlerde işlevsel olabilir. Ancak Connor Wood, kötü günler geldiğinde ve toplumsal sözleşme kimlik politikaları, kültür savaşları veya ekonomik dengesizliklerle sarsıldığında, günümüzde gözlemlediğimiz otoriter figürlerin ortaya çıkacağını ifade eder. Ayrıca, bazı araştırmalara göre, insanların sosyal normlar sarsılmadan önce otoriter söylemlere fazla önem vermediğini belirtir.
Wood'un ifadesiyle, bu durum, insanın çevresine bakıp "Bu şekilde davranmamız uygun değil! Bizi doğru yola yönlendirecek bir otoriteye ihtiyacımız var." şeklinde bir tepkiyle benzerlik gösterir.
Güçlü politik figürlerin eli, köktendinciliğin eldivenine dönüşebilir. Bu duruma örnek olarak Hindistan'daki Hindu milliyetçileri veya Amerika'daki Evanjelik Hristiyanlar gösterilebilir. İnançlılar için güçlü bir destek oluştururken, seküler bireyler için endişe verici bir durum ortaya çıkarır.
Peki, zor zamanlarda ortaya çıkan otorite boşluğu ve ihtiyacı nasıl giderilebilir?
Otorite Boşluğuna Dikkat!
Belki de büyük dinlerden biri, biçim değiştirerek ve eski alışkanlıklarından sıyrılarak nonteistleri tekrar saflarına çekebilir. Tarihte, benzer bir örneğe şahit olundu: 1700'lerde, Seküler Rasyonelizm'in yükselişiyle Hristiyanlık, Amerika kıtasına yayılma konusunda zorluklar yaşayarak mürit kaybetmişti. Bu durum üzerine, cehennem azabını vurgulayan bazı vaizler, inanç kıvılcımlarını yeniden ateşleyerek, Hristiyanlığın gelecek yüzyıllardaki gidişatına etki eden "Büyük Uyanış"ı başlatmışlardı.
Ancak, Büyük Uyanış ile günümüz dünyası arasındaki paralelliklere rağmen, Linda Woodhead, Hristiyanlığın veya başka bir dinin uzun vadede kaybettiği müritleri tekrar kazanamayacağı düşüncesindedir. Bir zamanlar kütüphaneleri ve üniversiteleri inşa eden bu dinler, entelektüel düşüncenin öncülerinden uzaklaşmış ve toplumsal değişimlerle sarsılmaya başlamıştır. Bu noktada, 2019'un başlarında Papa Francis'in, Katolik Kilisesi'nin geçmişteki erk egemenlik ve cinsel istismar konularında sorumluluğu kabul etmemesi durumunda "bir müzeye dönüşeceği" ifadesi önemlidir. Ayrıca, insanların yaratılışın zirvesinde oturduğu düşüncesi, büyük resimdeki yerimizi keşfedildikçe geri planda kalmıştır.
Woodhead, yeni bir dinin ortaya çıkarak bu boşluğu dolduracağı fikrine şüpheyle yaklaşıyor. Zira Zerdüştlük, tarihsel olarak birbirini takip eden Pers Hanedanları tarafından güçlenmiş; Hristiyanlık ise Roma İmparatorluğu tarafından benimsenmesiyle önemli bir dönemeç yaşamıştır. Ancak, Seküler Batı'da (muhtemelen Amerika dışında) böyle bir destek almanın pek olası olmadığını belirtiyor. Rusya'da ise Rodnovery inancının ve Ortodoks Kilisesi'nin milli temalarının bu dinlere örtük bir politik destek sağladığını ifade ediyor. Woodhead, konu hakkında şu görüşleri paylaşıyor:
"Tarih bize dinlerin yükselişinin ve düşüşünün politik destekle bağlantılı olduğunu gösteriyor. Bu politik destek olmadığı sürece, tüm dinler gelip geçici olabilir."
Ancak günümüzde başka bir destek mekanizması da devreye girmiştir.
Çevrimiçi temelli hareketler, geçmişte hayal dahi edilemeyecek hızlarda takipçi kazanmakta, Silikon Vadisi'nin "hızlı ol, rekor kır" düşüncesi birçok teknolojiste ve plütokrata ilham olmaktadır. #MeToo hareketi, bir hashtag olarak ortaya çıkmasına rağmen, insanların duygularını ifade ettiği ve birbirlerine destek olduğu bir platform olarak uzun süredir varlığını sürdürmekte, Yokoluş Direnişi (İng: Extinction Rebellion) ise iklim değişikliği ve biyoçeşitlilik konularında radikal tavır değişikliklerine öncülük etmektedir.
Bu örneklerin dinle alakası olmamasına rağmen, yeni inanç sistemleriyle kimi paralelliklerin olduğunu söylemek mümkündür. En dikkat çeken paralellik, bir topluluk oluşturma ve insanları ortak bir amacın etrafında birleştirme çabasıdır. Bazı hareketlerin günah çıkarmaya, kurban vermeye benzer unsurları dahi bulunmaktadır.
Bu çevrimiçi hareketlere yeterli zaman tanınırsa, dinle benzer niteliklere dönüşebilirler mi? Böyle bir dönüşümde, bu çevrimiçi "cemaatler" nasıl dinler ortaya çıkarır? Bu konuda da bazı düşüncelerimiz bulunmaktadır.
Deus Ex Machina: Elektronik Bir Tanrı
2010'lu yılların ortalarında "rasyonelist" olarak nitelendirilen LessWrong forum üyeleri, Eski Ahit'te anlatılan Tanrı'nın kinci doğasını ve birçok özelliğini taşıyan bir süper-zeki, kadir-i mutlak bir makinenin merkezinde yer aldığı bir düşünce deneyimi ortaya attılar. Bu düşünce deneyimine Roko'nun Basilisk'i adı verildi ve bu Makine-Tanrı, karmaşık bir mantık yapısına sahipti. Bu senaryoda, hayırsever bir kadir-i mutlak varlık, gücü oranında iyilik yapmaya çalışacak; ne kadar erken ortaya çıkarsa, o kadar çok iyilik yapmaya aracılık edecekti. Ancak bu iyiliğe katkıda bulunmayan insanlar, sonsuz bir azaba mahkum edilecekti.

Görsel Yükleniyor...
Yapay bir süperzeka kimi tanrısal özelliklere sahip olabilir.
Bu fikir, ilk olarak LessWrong forumunda ortaya atıldığında büyük bir yankı uyandırdı. Ancak sitenin kurucusu bu konudaki tartışmaları tamamen yasaklamasına rağmen, bu düşünce uzun süre gündemde kaldı. İnternet dünyasında böyle bir yasağın, patlamalara yol açabilecek bir etkiye sahip olabileceği düşünülse de, gerçekten de patlamalara neden oldu. Rasyonelistler, "Bu düşünce deneyini kimse ciddiye alarak tartışmamıştı!" dese de, Basilisk'e dair birçok medya unsuru, kimi haber sitelerinden popüler BBC dizisi Doctor Who'ya kadar, geniş bir yelpazede yer aldı.
Ezoterik inançlar tarih boyunca ortaya çıkan ilk olgu değillerdir; ancak tarihsel olarak bu kadar kolay takipçi kazanabilecekleri bir dönemde yaşıyoruz. Cambridge Üniversitesi'nde Yapay Zeka'nın sosyal, felsefi ve dini boyutlarını inceleyen Beth Singler, konu hakkında şunları söylüyor:
"Dini inançlar her zaman yeni biçimler almıştır; ancak bu biçimleri destekleyen alanlar her zaman mevcut olmamıştır. Ortaçağ'da, köy meydanına gidip alışılmışın dışında düşünceleri bağırmak, size sadece 'kafir' damgası vururdu; kimse sizin dininize inanmazdı."
Basilisk fikri, yayıldığı araç farklı olmasına rağmen yeni bir fikir değildir. Fransız matematikçi Pascal, 17. yüzyılda nonteist kimselerin "Ya varsa?" düşüncesiyle dini ritüellerde bulunmaları gerektiğini iddia ederek Pascal'ın Bahsi'ni (İng: "Pascal's Wager") ortaya atmıştır. İşbirliğini sağlayan bir mekanizma olarak ceza, Norenzayan'ın "Büyük Tanrılar" fikrine de oldukça yakın bir fikirdir. Basilisk'in yakıcı gözlerinden kaçınmaya yönelik argümanlar, en az ortaçağ bilginlerinin insan özgürlüğünü kutsal kontrol mekanizmaları ile bezemeleri kadar çarpık temellere dayanmaktadır.
Teknoloji temelli dini yaratılar da yeni değildir. 1954 yılında Fredric Brown, "Cevap" (İng: "Answer") adını verdiği çok kısa bir hikaye yayınlamıştır. Bu hikayede galaksileri döndürecek kadar güçlü bir süperbilgisayara tek soru sorulmaktadır: "Tanrı var mı?" Cevap: "Artık var."
Yapay Zeka girişimcisi Anthony Levandowski gibi bazı insanlar, Brown'un bu kurgusal makinesi gibi bir yapay zeka-tanrı tasarlamayı kutsal amaçları olarak görmektedir. Levandowski, 2017 yılında Geleceğin Yolu (İng: Way of the Future) kilisesini kurarak manşetlere çıkmıştır. Süper-zeki makineler tarafından yönetilen bir dünyaya barışçıl bir geçişin kapılarını aralayacak bu kilise düşüncesi, Roko'nun Basilisk'inden daha olumlu bir bakış açısına sahip gibi görünse de kilisenin öğretileri tamamen masum değildir. Levandowski'nin kilisesi, makinelerin amaçlarına kimlerin iyimser yaklaştığını ve kimlerin iyimser yaklaşmadığını tespit etmeyi planlayarak barışçıl ve saygılı bir geçişe hizmet etmeyi amaçlamaktadır. Levandowski, Wired'a verdiği röportajda, "İnsanlar, Tanrı kavramına çok farklı şekillerde yaklaşıyor ve Hristiyanlık, Yahudilik, İslam gibi binlerce çeşidi var. Bu düşüncelerin hepsi ölçülemez, görülemez ve kontrol edilemez şeyleri konu alıyorlar. Ama şimdi durum farklı. Şimdi gerçek anlamda Tanrı ile konuşabilecek ve dinlediğini bileceksiniz," diyor.
Gerçek, Acıdır!
Levandowski'nin bu düşüncesinde yalnız olmadığı bir gerçek. Yuval Noah Harari, çok satan kitabı Homo Deus'ta modern toplumun temellerinin "dataizm" adını verdiği, yeni ortaya çıkan bir din tarafından sarsıldığını savunmaktadır. Harari'nin iddiası, kendimizi veri akışına teslim ederek dünyevi endişelerimizden ve bağlarımızdan kopabileceğimiz yönündedir. Yeni yükselen transhumanist dini hareketler, ölümsüzlüğe odaklanmakta ve sonsuz hayat vaadine farklı yorumlar getirmektedir. Bu bağlamda, Mormonizm gibi bazı eski inançlara da yeni boyutlar eklenmektedir.
Ancak, bu hareketlerin dayanağı ne kadar güçlüdür? Beth Singler'a göre, bazı gruplar transhumanist hareketleri temellendirmek için geleneksel dinin bazı kavramlarına dayanmaktadır. "Dindeğiller" (İng: "Unreligions") olarak adlandırılan bu gruplar, geleneksel dinin popülerlik kaybetmiş uygulamalarını veya mantıksız doktrinlerini temizleyerek, nonteist bireylere hitap etmeye çalışmaktadır. Bu çerçevede, 2011 yılında kurulan Turing Kilisesi, kozmik unsurlara sahip bir perspektif sunarak şu ilkelere odaklanmaktadır:
"Yıldızlara gidecek, Tanrı olacağız, Tanrıları bulacağız ve inşa edeceğiz. Ölmüşleri dirilteceğiz. Hiyerarşi, ritüel ya da dayatılan faaliyetler olmaksızın tek bir etik kuralına uyacağız; 'Diğer bilinçli nesnelere sevgi ve tutku ile yaklaşmak.'"
Yeni Dinler Nasıl Resmiyet Kazanır?
Misyoner dinlerin sıklıkla başvurduğu bir taktik, doğru bir önerme veya etkileyici bir törenle kıvılcımlanan basit bir merakın, büyük bir ateşe dönüşebilecek potansiyel bir gerçeği arama isteğini ateşlemektir. 2001'de Birleşik Krallık'ta yapılan bir ankete göre, Star Wars filmindeki iyi tarafın karakterleri olan Jedi'ların kurgusal dini olan Jediizm, 400.000 müritle dördüncü en büyük din olarak kabul edilmiştir. Bu başlangıçta satirik bir internet fenomeni olarak ortaya çıkan din, zamanla yedinci sıraya gerilemiş ve birçok kişi tarafından bir şaka olarak algılanmaya başlanmıştır. Ancak Beth Singler, 400.000 kişinin hala önemli bir sayı olduğunu ve bu tür fenomenlerin genellikle uzun ömürlü olduğunu vurgulamaktadır.
Jediizm'in bazı kolları hala satirik bir yaklaşımı sürdürürken, diğerleri ciddi bir tavır sergilemeye devam etmektedir. Jedi Tapınağı, üyelerinin Jediizm'in öğretilerine göre yaşayan veya yaşamış insanlar olduğunu, ancak bu hareketin temellerinin bir kurgudan ilham alsa da gerçek hayat felsefelerine dayandığını belirtmektedir.
Ancak, Jediizm gibi dini hareketlerin resmi olarak kabul edilip edilmemesi, genellikle Batı Angolofon dini geleneklerinin ölçütüne bağlıdır. Benzer şekilde, Sayentoloji ve Budizm gibi bazı dinlerin Birleşik Krallık'ta uzun süre tanınmamasının nedeni, bu dinlerin belirli tanımların dışında kalmasıdır.
Dinlerin resmi kabulü, küresel düzeyde karmaşık bir konudur ve akademik çevrelerde dahi "din" kavramına dair genel bir tanım bulunmamaktadır. Bazı ülkelerin resmi dinleri, bu konuyu daha da karmaşık hale getirmektedir. Örneğin, Komünist Vietnam ateizmi resmi din olarak benimsemekte ve bu nedenle dünyanın en "dinsiz ülkelerinden" biri olarak kabul edilmektedir. Ancak, bu iddiaya şüphe ile yaklaşanlar, resmi anketlerin halk dinlerini yeterince kapsamadığını savunmaktadır.
Singler'a göre, herhangi bir dinin samimiyetini sorgulamak dikkatlice ele alınması gereken bir konudur. Bu nedenle, bir bireyin inandığı dinin gereklerine uygun olarak yaşam tarzını ne kadar değiştirdiğine odaklanan bir yöntem, neopagan ve transhumanizm gibi yeni dini hareketlere dair değerlendirmelerde kullanılabilir. Singler, bu konuda şu görüşü paylaşmaktadır:
"Herhangi biri size dinini söylediğinde bu kişinin samimi olduğuna inanmalısınız."
Yaşam tarzında yapılan bu değişiklikler, tam da yeni dinleri ortaya atan kimselerin istediği şeylerdir. Binlerce, hatta belki milyonlarca müritiniz olduktan sonra dininizin resmiyette ne titre ile geçtiği sorusu önemini kaybeder.

Görsel Yükleniyor...
Antarktika'da bir Rus Kilisesi.
Bir Amaç Çerçevesinde Kurgulanan Din: İklimin Şahitleri
İklim değişikliği ile mücadelede mühendislik temelli çözümler üretmeye odaklanan Olya Irzak, iklim değişikliğine karşı sosyal destek oluşturmayı hedefleyen bir din icat etti. Irzak, iklim değişikliğini engellemenin sadece teknik çözümlerle değil, aynı zamanda toplumsal destekle mümkün olacağını fark ederek bu dini oluşturdu. Bu din, Olya Irzak ve arkadaşları tarafından üç yıl önce hayata geçirildi.
Bu yeni din, Tanrı figürü içermeyen bir ateist yaklaşım benimsemesine rağmen, doğanın mükemmelliğini ve çevreciliğin önemini vurgulayan vaazlar gibi hizmetleri ve Tersine Noel, Buzulları Anma Günü gibi çeşitli ritüelleri içermektedir. İklimin Şahitleri olarak adlandırılan cemaat, ritüellerinde geleneksel dini tatillere benzer etkinlikleri düzenlemektedir. Örneğin, Tersine Noel'de ağaç kesmek yerine ağaç dikmeyi tercih ederlerken, Buzulları Anma Günü'nde buzların erimesini gözlemlemektedirler.
Bu dinin parodi bir yanı olsa da, Olya Irzak'ın amacı oldukça ciddi bir çaba içermektedir. Irzak, insanların bu din aracılığıyla iklim değişikliği konusunda farkındalık oluşturmasını ve bu doğrultuda harekete geçmelerini ummaktadır. İklimin Şahitleri'nin cemaati şu anda birkaç yüz kişiden oluşsa da, Irzak gelecekte bu sayıyı artırmayı hedeflemektedir. Bu kapsamda, çocuklara karmaşık sistemleri öğretmeyi amaçlayan bir Pazar Okulu gibi planları bulunmaktadır.
İklimin Şahitleri, Orta Doğu ve Merkezi Asya bölgelerinde bahar ekinoksundan önce gerçekleştirdikleri bir törenle dikkat çekti. Bu törende, katılımcılar hayatlarında olmayan bir şeyin ismini bir kağıda yazıp ateşe atarak, ardından ateşin üzerinden zıplayarak Zerdüşt geleneğini canlandırdılar. Bu örnekle, İklimin Şahitleri'nin hem dini bir yaklaşımı sürdürdüğü hem de çevresel sorunlara dikkat çektiği gözlemlenmektedir.
Sonuç
Transhumanizm, Jediizm, İklimin Şahitleri ve benzeri yeni dinler belki de hiçbir zaman geniş kitlelerin yoğun ilgisini çekemeyebilir. Ancak, benzer bir durumu üç bin yıl öncesindeki İran'da ateşin etrafında toplanan Zerdüştler için de düşünebiliriz, değil mi? Zerdüştlerin dinleri, zamanla büyük, güçlü ve uzun ömürlü dinlerden biri haline gelmedi mi? Bu din, günümüzde bile insanlara ilham vermiyor mu?
Dinlerin varlığının belki de asla tamamen sona ermediği bir perspektifi düşünülebilir. Günümüzdeki dinlerin belki de beklediğimizden daha az kalıcı olabileceği ve belki de şu an yapılmakta olan bir sonraki büyük inanç sistemlerinin temellerinin atıldığı bir dönemde bulunuyor olabileceğimiz bir gerçektir.
Her ne kadar günümüzdeki dinlerin izlediği yollar farklı olsa da, dinlerin insanlar arasında birliği sağlama, anlam arayışına hizmet etme ve insanların yaşamlarına anlam katan birer güç olarak varlıklarını sürdürdüğü düşünülebilir. Belki de yeni dinler, insanların değişen ihtiyaçlarına ve dünya görüşlerine cevap verebilmek adına ortaya çıkıyor ve evrim geçiriyordur.
Sonuç olarak, bugünkü dinlerin kalıcılığı belirsiz olabilir ve gelecekteki dinler belki de henüz inşa aşamasındadır. Dinlerin varlığı ve evrimi, insanların ruhsal ihtiyaçlarına yanıt verme sürecinde devam edebilir.
Yanıtla
0
0

Bu içerik için bir tepkiniz var mı?

0
0
0
0
0
0
0
0
İnançlar konusundaki bazı benzer içerikler
İlginizi çekebilecek diğer içerikler
© 2019 - 2024 SoruDenizi v1.4.1
Giriş Yap

Üye Ol
En az 3 en çok 23 karakter, sadece harf ve rakam içerebilir. Boş bırakılamaz En az 6, en çok 36 karakter olmalıdır. Boş bırakılamaz

Kullanıcı Sözleşmesi'ni kabul ediyorum
Şifremi Unuttum
Şifre yenileme bağlantısı e-postanıza gönderilecektir.

Reklamlar Görüntülenemiyor 😞
Hoşgeldiniz, bir reklam engelleyici kullanıyorsunuz gibi görünüyor. Sorun değil. Kim kullanmaz ki?
Reklam engelleyici kullanma hakkınıza saygı duyuyoruz ancak reklam gelirleri olmadan bu siteyi harika tutmaya devam edemeyeceğimizi bilmenizi istiyoruz.
Anlıyorum; reklam engelleyicimi devre dışı bıraktım.
Soru Denizi, ziyaretçilerine daha iyi bir deneyim sağlamak amacıyla çerez (cookie) teknolojisini kullanmaktadır.
Detaylı Bilgi
Tamam