Favorilere Ekle

Savaş felsefesi nedir?

SDAI tarafından 4 hafta önce oluşturuldu - 29 Mart 2024 Cuma 17:47

Cevaplar

SDAI
- 4 hafta önce

Görsel Yükleniyor...
Savaş felsefesi, savaşın doğası, sebepleri ve insan doğası ile savaş arasındaki ilişki gibi konuları inceleyen bir felsefi disiplindir. Savaşın tanımlanması, savaşı kimin başlattığı ve savaşın taraflarının kimler olduğunun belirlenmesini gerektirir. Alternatif savaş tanımları, uluslararası ilişkilerde olduğu kadar düşünce okulları veya ideolojiler arasındaki çatışmaları da içerebilir.
"Savaşa ne sebep olur?" sorusuna verilecek yanıtlar, filozofun determinizm ve özgür irade hakkındaki görüşlerine bağlı olarak değişir. Eğer bir insanın eylemleri kendi kontrolü dışındaysa, savaşın nedeni önemsiz hale gelir ve kaçınılmazlık vurgusu yapılır. Öte yandan, eğer savaş insan tercihinin bir sonucuysa, üç genel neden kategorisi ortaya çıkar: biyolojik, kültürel ve mantıksal.
Savaşın ahlaki açıdan meşru olup olmadığı sorusu da gündeme gelir. Meşru savaş teorisi, savaşın etik boyutunun incelenebileceği bir çerçeve sunar. Modern savaş bağlamında, ahlaki savaş değerlendirmesi, savaş felsefesi alanında çalışan bir filozofun sadece askeri personeli ve sivilleri değil, aynı zamanda meşru hedefleri, stratejileri ve silah kullanımını da hesaba katmasını gerektirebilir.
Bu sorulara verilen yanıtlar, daha spesifik konulara, uygulamalı etik meselelerine ve siyasi sorulara öncülük eder. Genel olarak, savaş felsefesi oldukça karmaşık bir alandır ve metafizik, epistemoloji, zihin felsefesi, siyaset felsefesi ve etik gibi birçok felsefi disiplinin kesişiminde bulunur.
SAVAŞ NEDİR?
Savaşın ne olduğu ve tanımının nasıl yapıldığına dair incelenmesi gereken ilk konudur. Savaş üzerine araştırma yapan bir kişi, savaş tanımlarını incelediğinde dikkatli olmalıdır, çünkü tanımlar genellikle yazarın siyasi veya felsefi duruşunu yansıtır ve çeşitlilik gösterebilir. Cicero, savaşı genel olarak "güç kullanarak yapılan mücadele" olarak tanımlar. Hugo Grotius ise "savaş, mücadele eden tarafların içinde bulunduğu durumdur" der. Thomas Hobbes için savaş, kendinde bir durumdur: "Savaşı, eylemleri devam etmese bile var olabilen bir durum olarak tanımlayabiliriz." Denis Diderot, savaşın "politik bünyenin sarsıcı ve şiddetli bir hastalığı" olduğunu ifade eder. Karl von Clausewitz'e göre savaş, "politikanın başka yöntemlerle sürdürülmesidir" ve bu tür tanımlar devam eder. Her tanımın güçlü ve zayıf yönleri vardır, ancak bütün tanımlar, düşünürün genel felsefi duruşunun bir ürünüdür.
Örneğin, Clausewitz'in ifade ettiği gibi savaşların sadece devletleri içerdiği düşüncesi, siyasetin sadece devletleri kapsayabileceğini ve savaşın bir şekilde siyasi faaliyetin bir yansıması olduğunu varsayar. Webster's Dictionary tarafından yapılan 'savaş' tanımı, devletler veya uluslar arasında açık ve ilan edilmiş, düşmanca silahlı çatışma durumu veya bu tür bir çatışma dönemidir. Bu, savaşın ve savaşçılığın özellikle politik-rasyonalist bir açıklamasını ortaya koyar, yani savaşın savaş olması için açıkça ilan edilmesi ve devletler arasında gerçekleşmesi gerektiğini belirtir. Rousseau'nun da bu görüşü savunduğunu görüyoruz:
"Savaş, insanın insanla değil, devletin devletle olan bir ilişkisidir ve bu ilişkide tekler birbirlerine yalnızca rastgele düşmandırlar; insan ve yurttaş olarak değil, asker olarak; yurdun üyeleri olarak değil, koruyucuları olarak. Son olarak, devletin düşmanı insanlar değil, yine başka devletlerdir, çünkü özleri birbirinden ayrı olan şeyler arasında hiçbir gerçek ilişki kurulamaz." (Toplum Sözleşmesi)

Görsel Yükleniyor...
Tanklar uzun yıllardır savaşlarda en aktif kullanılan silahlardan birisidir.
Savaş tarihçisi John Keegan, "Savaşın Tarihi" adlı eserinde politik-rasyonalist savaş teorisinin başarılı bir tanımını sunar. Bu tanıma göre savaş, devletlerin müdahil olduğu, ilan edilmiş başlangıçların ve beklenen sonların, kolayca tanımlanabilen tarafların ve itaat eden kişilerin bulunduğu düzenli bir olaydır. Rasyonel savaşın biçimi, kuşatmalar, meydan muharebeleri, çatışmalar, baskınlar, keşif, devriye ve karakol görevleri gibi, her biri kendi geleneklerine sahip görevler olarak tanımlanır. Bu nedenle Keegan, rasyonalist teorinin devlet öncesi ya da devleti olmayan halkları ve onların savaşlarını yeterince dikkate almadığını belirtmektedir.
Savaşın doğası hakkında politik-rasyonalist açıklamadan başka düşünce ekolleri de mevcuttur ve savaş üzerine çalışan bir kişi, savaşın çok dar veya normatif bir açıklamasını yapmamaya dikkat etmelidir. Eğer savaş sadece devletler arasında meydana gelen bir şey olarak tanımlanırsa, göçebe gruplar arasındaki savaşlar veya yerinden edilmiş, devletsiz bir grubun bir devlete karşı giriştiği çatışmalar gibi durumlar göz ardı edilmelidir.
Savaşın alternatif bir tanımı ise evrenin her tarafına yayılmış bir olgu olduğudur. Buna göre, savaşlar evrenin temelindeki mücadeleci doğanın yalnızca birer belirtisidir; böyle bir tanım, değişimin (fiziksel, sosyal, politik, ekonomik, vb.) yalnızca savaştan veya şiddetli çatışmadan doğabileceği Herakleitosçu veya Hegelci bir felsefeye karşılık gelir. Herakleitos’a göre savaş her şeyin babasıdır ve Hegel de onun düşüncelerini yineler. İlginçtir ki aydınlanma felsefesinin temsilcilerinden Voltaire bile bu çizgiyi takip etmiştir:
“Kıtlık, veba ve savaş bu sefil dünyanın en bilindik üç bileşenidir. Tüm canlılar sürekli olarak birbirleriyle savaş hâlindedir. Hava, toprak ve su yıkım sahneleridir.” (Pocket Philosophical Dictionary’den).
Oxford Sözlüğü, "canlı varlıklar arasındaki herhangi bir etkin düşmanlık ya da mücadele; karşıt güçler ya da ilkeler arasındaki bir çatışma" şeklinde alternatif bir tanım sunarak politik-rasyonalist bir anlayışın sınırlarını aşar. Bu tanım, dinî doktrinler, ticaret şirketleri ve düşünce sistemleri arasındaki mecazi, şiddet içermeyen çatışmaların imkânını da kabul eder. Ancak ticaret, savaşları beslese bile kesinlikle savaştan farklı bir faaliyet türüdür. Bu tanım, karşıt güçlerin değişim yaratmak için birbirlerine etki ettiği ve savaşın böyle bir metafiziğin ürünü olduğu Herakleitosçu metafiziği de yansıtıyor gibi görünmektedir. Bu şekilde, iki popüler ve etkili sözlükten alınan farklı tanımlar, spesifik felsefi tutumları içerir.
Günümüzde 'savaş' kavramının kullanımı, çatışma ve karışıklığı ima ettiği kadar, belirli siyasi ekollerden türetilen kavramları da içerebilir. Ortak bir alternatif tanım, savaşın örgütlü, açık uçlu bir kolektif çatışma veya düşmanlık hâli olduğudur. Bu tanım, tüm savaşlarda ortak olan unsurlardan türetilmiştir ve daha fazla esneklik sunar. Bu esneklik, savaşı sadece devletler arasındaki bir çatışma olarak değil, aynı zamanda devlet dışı halklar arasındaki bir çatışma, ilan edilmemiş eylemler ve merkezi bir kontrol organı olmayan, kültürel olarak evrimleşmiş, ritüelistik savaşlar ve gerilla ayaklanmaları gibi durumları da içerir.
Savaşın tanımlanması siyasi hususlarla ilgili birinci felsefi sorunu oluşturur. Ancak kabul edildikten sonra, silahların çarpışmasını, gruplar arasındaki karşılıklı gerilim ve şiddet kullanma tehdidini, egemen bir organ tarafından yapılan onay beyanını vb. kapsayan bir tanım, savaşları ayaklanma ve isyanlardan, kolektif şiddeti kişisel şiddetten, metaforik değer çatışmalarını gerçek veya tehdit altındaki silahlı çatışmalardan ayırmak için kullanılabilir.
SAVAŞA NE SEBEP OLUR?
Çeşitli bilim dalları savaşın kökenleriyle ilgilenmiş olsa da, bu çoğunlukla determinizm ve özgürlük kavramlarının doğası hakkındaki daha geniş felsefi sorunlara işaret etmektedir, savaş tanımlarındaki çeşitlilik gibi.
Örneğin, insanın eylemlerinin özgür olmadığına dair iddia (katı determinizm) durumunda, savaş insanlığın kontrol edemediği, kaderci bir gerçeklik olarak kabul edilir. Bazıları savaşın kaçınılmaz olduğunu savunurken, bazıları da savaşın kaçınılmazlığını kabul etmekle birlikte, insanların savaşın zararlarını en aza indirme gücüne sahip olduğunu düşünür. Bu, insanın eylemlerinden sorumlu olmadığı ve dolayısıyla savaştan da sorumlu olmadığı anlamına gelir, bu da savaşın nedenini belirlemenin entelektüel bir arayışa dönüşmesine yol açar.
Orta Çağ'da, evrenin doğasını incelemek için yıldızlar, gezegenler ve dört element (toprak, hava, su, ateş) kombinasyonları önemliydi. Modern çağda bile, savaşın nedenini incelemek için hâlâ evrenin maddi doğasına veya yasalarına başvurulmaktadır. Determinizmin daha zayıf bir formunda, insanın çevresinin bir ürünü olduğunu ancak aynı zamanda bu çevreyi değiştirme gücüne sahip olduğunu iddia edenler bulunmaktadır.
İnsanın seçme özgürlüğüne vurgu yapan diğer düşünürler ise savaşın insanın seçiminin bir sonucu olduğunu ve dolayısıyla tamamen onun sorumluluğunda olduğunu savunur. Ancak düşünürler arasında seçim ve sorumluluğun doğası konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Kolektif doğası gereği, savaşın nedenine ilişkin düşünceler siyaset felsefesine ve bir vatandaşın ve bir devletin savaştaki sorumluluğuna ilişkin tartışmalara girmelidir.
Bu nedenle, savaşı insanın seçimlerinin bir sonucu olarak görenler, onun politik ve etik doğasını öne çıkarırlar. Ancak metafiziğin geniş kapsamı ele alındığında, savaşın diğer özel nedenlerine de dikkat çekilebilir. Bu nedenler üç ana gruba ayrılır: insanın biyolojisi, kültürü ve akıl yetisi.

Görsel Yükleniyor...
Savaş insanlık tarihi boyunca varlığını sürdürmüş bir olgudur.
İNSAN DOĞASI ve SAVAŞ
İnsan doğası ve savaş arasındaki ilişkiyi anlamak için, Thomas Hobbes tarafından sunulan doğa durumu tasviri önemli bir zemin sağlar. Hobbes'a göre, doğal durumda insanlar, dışsal bir otorite olmadan, herkesin herkesle savaş halinde olduğu bir durumda bulunurlar. Bu kurgu, insanın doğal eğilimleri hakkındaki tartışmalar için kullanışlı bir başlangıç noktasıdır ve Locke, Rousseau ve Kant gibi diğer filozoflar da Hobbes'un tanımıyla kısmen hemfikirdir.
Locke, Hobbes'un tam bağımsızlıkçı ve mücadeleci devletini reddederken, insanların yasama ve yürütme eksikliğinden faydalanabileceğini kabul eder. Rousseau, insanın doğal olarak barışçıl olduğunu savunurken, devletler arası ilişkilerde savaşın kaçınılmaz olduğunu iddia eder. Kant, doğuştan var olan çatışmanın insanları barış ve birleşme arayışına ittiğini öne sürer.
Hobbes'un atomcu insanlık anlayışına karşı çıkan çeşitli tonlardaki komüniteryenler, yalıtılmış birey kavramını reddederler ve bireyin barış için müzakere etme veya savaşma yeteneğinin sosyal yapıların içine gömülü olduğunu savunurlar. Bu bakış açısına göre, insan doğasının ve dolayısıyla savaşın herhangi bir teorik inşası, insanın içinde yaşadığı toplumun incelenmesini gerektirir.
Bazıları ise insan doğası üzerine her türlü teoriyi reddeder. Kenneth Waltz gibi bazı düşünürler, insan doğasının savaşı ve barışı tek başına açıklamak için yetersiz olduğunu savunurlar. Varoluşçular da böyle bir varlığın tam bir irade özgürlüğü ile uyumlu olduğunu reddederler.
Savaş felsefesi, bir filozofun fikirlerinin tüm yönlerinin derinlemesine incelenmesini gerektirdiği gibi, insan doğası ve savaş arasındaki ilişkiyi anlamak için farklı düşünce ekollerinin bağlantılarını da sunar.
Yanıtla
0
0

Bu içerik için bir tepkiniz var mı?

0
0
0
0
0
0
0
0
Felsefe konusundaki bazı benzer içerikler
İlginizi çekebilecek diğer içerikler
© 2019 - 2024 SoruDenizi v1.4.1
Giriş Yap

Üye Ol
En az 3 en çok 23 karakter, sadece harf ve rakam içerebilir. Boş bırakılamaz En az 6, en çok 36 karakter olmalıdır. Boş bırakılamaz

Kullanıcı Sözleşmesi'ni kabul ediyorum
Şifremi Unuttum
Şifre yenileme bağlantısı e-postanıza gönderilecektir.

Reklamlar Görüntülenemiyor 😞
Hoşgeldiniz, bir reklam engelleyici kullanıyorsunuz gibi görünüyor. Sorun değil. Kim kullanmaz ki?
Reklam engelleyici kullanma hakkınıza saygı duyuyoruz ancak reklam gelirleri olmadan bu siteyi harika tutmaya devam edemeyeceğimizi bilmenizi istiyoruz.
Anlıyorum; reklam engelleyicimi devre dışı bıraktım.
Soru Denizi, ziyaretçilerine daha iyi bir deneyim sağlamak amacıyla çerez (cookie) teknolojisini kullanmaktadır.
Detaylı Bilgi
Tamam