Favorilere Ekle

İnsanlar birbiriyle çelişen inançlara inanmaya nasıl devam edebiliyorlar?

SDAI tarafından 1 yıl önce oluşturuldu - 11 Kasım 2023 Cumartesi 19:32

Cevaplar

SDAI
- 1 yıl önce

Görsel Yükleniyor...
"Bilişsel uyumsuzluk", "bilişsel kopukluk" veya "bilişsel çelişki" (İng: "cognitive dissonance"), birbiriyle çelişen iki inanç, düşünce veya davranışa sahip olmanın yarattığı zihinsel çatışma ve bu çatışmadan doğan psikolojik stres durumudur.Bilişsel Çelişki Teorisi'ne göre insanlar, çelişkili davranış ve düşünceler arasında bir tutarlılık arama veya tutarlılık yaratma eğilimindedirler.Bu tutarlılık bulunamadığında veya yaratılamadığında psikolojik stres artar ve daha da rahatsız edici boyutlara ulaşır.
Normalde bu tür bir çelişki hâlinde rasyonel olan, söz konusu çelişki ortadan kalkana dek, çelişkili inanç, düşünce ve davranışlardan biri, ikisi veya hepsinden kurtulmaktır. Ancak çoğu durumda insanlar, çelişkili inanç ve davranışlardan vazgeçmek yerine; söz konusu çatışmayı reddetmek, çelişkiye rağmen haklı çıkmak adına yeni (ve çoğu durumda uydurma) açıklamalar getirmek veya halihazırda tutarlı olduğuna inandığı inançlarıyla çelişen yeni bilgilerden kaçınmak gibi irrasyonel davranışlar sergilerler.
Örneğin kişi, derinden bağlı olduğu bir inanca zıt olacak yeni bilgiler edindiğinde veya benlik imajını (veya kimliğini) zedeleyecek şekilde davrandığında ortaya çıkan rahatsızlığı gidermek için kendini motive hissedecektir. Bu çelişki her zaman tam olarak çözülemese de çatışmanın kaynağını görmezden gelmek ve kişinin inanç veya davranışlarını değiştirmesiyle sonuçlanabilir.
Bu konuda yapılan en büyük yanlışlardan biri "bilişsel çelişki" ile "ikiyüzlülüğün" aynı şey olarak düşünülmesidir. Bu iki kavramın birbirinden farklı olduğunu anlamak oldukça önemlidir. İkiyüzlülük, davranış ve düşüncelerin birbiri ile çelişmesine rağmen yapılan gönüllü bir davranıştır ve sonucunda kişide herhangi bir rahatsızlık oluşturmaz. Bunun aksine bilişsel çelişki, çatışmadan kaynaklanan zihinsel çatışma veya rahatsızlık hissini ifade eder. Burada anlaşılması gereken başka bir konu ise, birbirine zıt düşünce veya davranışlara sahip olduğunda ortaya çıkan çelişkinin otomatik olmadığıdır. Kişinin zihinsel bir çatışma veya rahatsızlık yaşayabilmesi için tutarsızlığın farkında olması gerekir.
Bazen içinde bulunulan koşullar, düşüncelerle uyumlu davranışlar sergilemeyi zorlaştırabilir. Bu bakımdan, bilişsel çelişkinin normal bir şey olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bilişsel çelişki her insan aynı derecede yaşanmayabilir. Bazı insanlar tutarsızlığa karşı daha yüksek toleransa sahip olduğu için, diğerlerine göre daha az bilişsel çelişki yaşayabilir. Buna ek olarak, her olay ve durum da benzer yoğunlukta çatışmalar doğurmaz. Bu çelişkinin büyüklüğü olarak bilinen uyumsuzluk derecesini ifade eder. Örneğin daha kişisel olan düşünceler ve insanların derinden bağlı olduğu inançlar daha büyük bir çelişkiye yol açabilir. Bunlara ek olarak birbiriyle çelişen düşünce veya davranışların arasındaki zıtlığın büyüklüğü de daha büyük bir çelişki ile sonuçlanacaktır.
Bilişsel Çelişki Teorisinin Ortaya Çıkışı
Teorinin yaratıcısı Amerikalı sosyal psikolog Leon Festinger, başlangıçta insanların içsel tutarlılığa nasıl ulaşmaya çalıştıklarına odaklandı. Daha sonra insanların davranış, inanç ve değerleri arasında içsel bir uyum ve tutarlılık sağlamaya çalıştıklarını düşündü. Bu, bilişsel tutarlılık ilkesi olarak bilinir. İnsanlar bunu başaramadığında içsel bir uyumsuzluk yaşayacak ve bu uyumsuzluğu azaltmak için baskılayıcı yollar tercih edeceklerdi.
Festinger, bunu açıklamak adına, uyumsuzluğun, yani bilişler arasındaki uygun olmayan ilişkilerin varlığının başlı başına motive edici bir faktör olduğunu öne sürdü. Ardından, 1957 yılında yayınladığı A Theory of Cognitive Dissonance adlı kitabında teorisini tanıttı. Bilişsel çelişkinin, tıpkı açlığın sebep olduğu açlığı bastırma isteği gibi, tutarsızlığı azaltmaya yönelik faaliyetlere sebep olan öncül bir durum olarak görülebileceğini ifade etti.
Seekers Tarikatı: Kültler, Objektif Olarak Hatalı İnançlarını Nasıl Gerekçelendiriliyor?
Festinger, dünyanın sonunun yakın olduğuna inanan bir tarikatın (veya kültün) olduğunu öğrendi. Kendilerine "Seekers" adını veren bu UFO tarikatı, dünya dışı varlıkların 21 Aralık 1954 günü büyük bir sel ile dünyanın sonunu getireceğine inanıyordu. Festinger, bu tarikatın gerçekten kararlı inananlarının, kehanet gerçekleşmediğinde nasıl tepki vereceklerini merak ediyordu. Bu nedenle arkadaşlarıyla birlikte, sanki külte inanıyormuş gibi davranarak, tarikatın içine sızdı ve onları direkt olarak gözlemeye başladı.
Seekers Kültü Neye İnanıyor?
Grubun inanç sistemi, çalışma öncesinde, sırasında ve sonrasında sürekli olarak gelişti. Kült lideri Doroth Martin'in (araştırmada gizliliği korumak adına "Marian Keech" adıyla anılıyor) erken dönem etkileri, teozofi, okült inanç liderleri Godfré Ray King ve John Ballou Newbrough'un yanı sıra uçan daireler ve dünya dışı ziyaretçilere yönelik genel bir ilgiyi içeriyordu. Martin, daha önceden L. Ron Hubbard'ın Dianetics hareketiyle ilgilenmişti ve gerçekten de ilerleyen dönemde Scientology olarak bilinecek hareketin görüşlerini fikirlerine entegre etmişti.
Martin, ilk başta, merhum babasından, iddiasına göre kalemin kağıt üzerine otomatik olarak yazdığı mesajlar almaya başladı. Martin, babasının sayısız ruh ve varlık tarafından doldurulan "astral" boyutta yaşadığına inanıyordu. Daha yüksek bir varoluş düzeyine eşit olan daha az yoğun frekanslarla farklı ruhsal titreşim frekansları olduğuna inanıyordu: daha yüksek seviyeler daha gelişmiş ruhsal varlıklara ev sahipliği yapıyordu. "Elder Brother" ("Yaşlı Birader") adlı üst düzey bir ruhsal eğitmenden ve Clarion ve Cerus adlı gezegenlerde yaşayan "The Guardians" ("Muhafızlar") adlı diğer ruhsal varlıklardan mesajlar aldığına inanmaya devam etti. Ana mesaj kaynağı, İsa peygamberin çağdaş tezahürü olarak anladığı "Sananda" oldu. Bu nedenle Hıristiyanlık, Martin'in giderek evrimleşen inanç sisteminin merkezinde yer aldı.
Martin, bir grup inananı etrafına çekmeye başladığında, inanç sistemini, okült ve sözde dünya dışı yaşamın diğer yönlerini araştıran diğerleriyle birlikte geliştirdi ve sistemi daha geniş bir etki yelpazesiyle ortaya çıkardı. Başka bir grup üyesi (takma adı "Bertha Blatsky") de uzaylılardan mesajlar aldığını iddia etti ("Blatsky", aldığı mesajları "dillendiriyordu"). Martin ve "Blatsky", inandırıcılığı artırmak adına birbirlerinin mesajlarını da doğruluyorlardı. Giderek karmaşık bir öykü yazan ikilinin inanç sistemi oldukça akıcı ve uyumlu gözüküyordu.
Grup, "The Guardians" denen sözde muhafızları, nükleer silahların test edilmesinin getirdiği atmosferik değişiklikler yoluyla insanlarla ilk defa temas kurabilmeye başlamış olan, insanlığın iyi huylu manevi öğretmenleri olarak yorumluyordu. Dünya dışı ziyaretlerin artmak üzere olduğunu, uzaylıların insan şeklinde ziyaret etmelerinin mümkün olduğunu ve külte yeni katılanların kılık değiştirmiş bir uzaylı olabileceğini düşünüyorlardı. İşte kültün inançlarına göre Muhafızlar, 21 Aralık günü gelecek sel kıyametinden onları uzay gemileri vasıtasıyla kurtaracaktı. Onlara göre bu, kültün odak noktasını sağlayan kehanetti.
İnananlardan bazıları, bu kehanete yüksek derecede bağlılık gösteren önemli eylemlerde bulundular: Bazıları işlerini bıraktılar veya sırf bu kültün bir parçası olabilmek uğruna harcadıkları zaman nedeniyle işlerinden kovuldular; okula gitmeyi bıraktılar, külte inanmayanlarla ilişkilerini ve dostluklarını sonlandırdılar, kendilerini ve diğerlerini kurtaracağına inandıkları bir uçan daireye hazırlanmak için paralarını harcadılar ve/veya bekledikleri sel kıyameti öncesinde mallarını elden çıkardılar. Böylece kült, zamanın sonu olduğuna inandıkları son birkaç aylarını bekleyerek ve kıyamete hazırlıkla geçirdiler.
Kehanetten Çöküşe Olaylar Silsilesi
Sosyal psikologlar Leon Festinger, Henry Riecken ve Stanley Schachter'in kaleme aldığı Kehanet Çöktüğünde: Dünya'nın Yıkımını Öngören Modern Bir Grubun Sosyal ve Psikolojik Araştırması başlıklı kitapta anlattıklarına göre, sözde kıyamet gününden önceki günlerde olaylar şöyle gelişti:
  • 17 Aralık 1954: Kült lideri Bayan Keech, uzaydan aradığını söyleyen ve kendine "Kaptan Video" adını veren bir kişiden bir telefon aldı ve ona, öğleden sonra saat 4'te onu almak için bir dairenin arka bahçesine ineceğini söyledi. (Festinger, bu aramanın, Keech'in grubunun basında çıkan haberlerini gören bir şakacı tarafından yapıldığını düşünmektedir.) Grubun bir kısmı önce bu aramaya şüpheyle yaklaştı ama sonra gerçek olduğunu kabul ettiler ve uçan daire tarafından götürülmeye hazırlık olarak, üzerlerindeki tüm metal nesneleri çıkardılar. Saat 17:30'a kadar beklediler; ancak ortalıkta hiçbir uçan daire yoktu. Hiçbiri, uçan dairenin neden gelmediği konusunu tartışmak istemiyordu. Nihayet konuyu tartışmaya açtılar ve bu aramanın, onların tatbikat yapabilmeleri için bir fırsat olarak gönderildiği kanaatine vardılar. O gün Bayan Keech, uçan dairenin onları gece 1:30'da alacağına dair başka bir mesaj aldı. Grup, bu uçan daireyi de gece 3:30'a kadar bekledi ama uzaylıların gelmemesi üzerine nihayetinde pes edip yataklarına dağıldılar.
  • 18-20 Aralık: Tarikat, kendilerinin reklamını yapmaktan kaçınıyordu. Yapılmak istenen röportajlara isteksizce katılım gösteriyorlardı. Keech'in evine, yalnızca tarikatın gerçek inananları girebiliyordu. Kült, felaketin ayrıntılarını, meydana gelmesinin nedenini ve grubun felaketten nasıl kurtarılacağını açıklayan, Clarion gezegeninden geldiğine inandıkları ve otomatik yazım yoluyla kendilerine bilgi iletilen bir inanç sistemi geliştirmeye başladılar.
  • 20 Aralık: Grup, gece yarısı uzaydan bir ziyaretçinin geleceğini ve onlara, onları bekleyen bir uzay aracına kadar eşlik edeceğine inanmıştır. Talimat verildiği gibi, kült üyeleri heyecanla tüm metal eşyalarını çıkardılar. Gece yarısı yaklaşırken fermuarlar, sutyen askıları ve diğer nesneleri çıkardılar.
  • 21 Aralık, 00:15: Ziyaretçi gelmedi. Gruptan biri, odadaki başka bir saatin 11:55'i gösterdiğini fark etti. Saat objektif olarak 00:15 olmasına rağmen, grup, henüz gece yarısının gelmediği konusunda hemfikir oldular.
  • 00:10: Geride olan saat de gece yarısını gösterdi. Ortalıkta hala ziyaretçi yoktu. Grup, şaşkın bir sessizlikle oturuyordu. Sözde kıyamete yedi saatten az bir süre kaldı.
  • 04:00: Kült üyeleri, şaşkın bir sessizlik içinde oturuyordu. Olan bitene birkaç açıklama bulma girişiminde bulunuldu; ama bir sonuca bağlanamadı. Bu noktada Keech, ağlamaya başladı.
  • 04:45: Keech, otomatik yazma yöntemiyle bir başka mesaj aldı. Dünya Tanrısının gezegeni yıkımdan kurtarmaya karar verdiği bildirildi. Kıyamet, şu mesajla iptal edilmişti: "Bütün gece boyunca oturan küçük grup, o kadar çok ışık yaydı ki, Tanrı dünyayı yıkımdan kurtardı."
Yani araştırma ekibi (ve rasyonel herhangi bir birey) tarafından tahmin edildiği gibi, kıyamet kehanetinin işaret ettiği 21 Aralık 1954 günü, kehanetin öngördüğü selden ve kült üyelerini kurtaracak uzaylılardan en ufak bir iz olmadan, sıradan bir gün olarak geçti ve grubun kehanete olan bağlılığı ile ortaya çıkan gerçeklik arasında bilişsel bir uyumsuzluğa neden oldu: İnançları, tartışması olmayan ve tamamen objektif bir şekilde yanlış çıkmıştı. Sonrasında olanlar, insanların bilişsel çelişkileri çözme konusundaki zaaflarını gösteren nitelikteydi.
Kehanet Gerçekleşmediğinde Kült Üyeleri Nasıl Davrandı?
Kehanet gerçekleşmediğinde, tarikatın her üyesi kendince farklı tepkiler gösterdi. Örneğin kültün daha zayıf inançlı üyeleri, kendilerini aptal gibi hissettiler ve kültü takip etmeyi bırakma eğilimi gösterdiler. Tarikatın en kararlı üyeleri ise, gerçeği kabullenmek yerine, inançlarına daha da sıkı sıkıya sarılmayı seçtiler: Örneğin en başından beri haklı olduklarını göstermek için olayları yeniden yorumlamaya ve etraftakilere inançlarını yaymaya başladılar. Kehabet Çöktüğünde'de şöyle anlatılıyor:
  • 21 Aralık 1954: Öğleden sonra gazeteler; kült üyelerini röportaj için aramaya başladılar. Grup, daha önce reklam yapma konusundaki isteksizliğini tamamen terk etmişti Tarikatin inançlarını olabildiğince geniş bir kitleye yaymak için acil bir kampanya başlatmaya karar verdiler.
  • 24 Aralık 1954: Tarikat, basını davet ederek, uzaylıların bir uçan daireye inip onları alacaklarına dair yeni bir öngörüyü duyurdular. Bu olayı beklerken, Noel şarkıları söylediler. Kültün yerleşkesinin dışında, 200 kadar kişiden oluşan öfkeli bir kalabalık toplandı. Kalabalığı kontrol altına almak için polis çağrılmak zorunda kaldı. Protestocular, Bayan Keech'ten memnun değildi.
  • 26 Aralık 1954: Bayan Keech ve diğer kült lideri Dr. Armstrong (gerçek adı: Charles Laughead) hakkında, çeşitli suçlamalarla tutuklama emri çıkarıldı.
Festinger kült üyelerinin hiçbir şey olmamışçasına inançlarına daha da sıkı sıkıya sarılması ve hatta inançları üzerindeki bahislerini artırması karşısında hiç de şaşırmamıştı; çünkü tarikat üyelerinin inandıkları kehanetin gerçek olmamasının acısını hafifletme eğiliminde olacaklarını tahmin etmişti. Tarikatın kararlı üyelerinin kehanetin tarikat üyelerinin sadakatinden dolayı gerçekleşmediğine inanması zihinsel çatışmayı azaltma eğilimlerinden kaynaklanıyordu. Festinger, bu olayla birlikte bilişsel çelişki bağlamında yaptığı tahminlerinin doğru olduğu sonucuna ulaştı.
Bilişsel Çelişkinin Sebepleri
Düşünce ve davranışlar arasında çatışma meydana getiren birçok durum bilişsel çelişkiye sebep olabilir. Bu sebeplerden bazıları aşağıdaki gibidir.
İnancın Boşa Çıkması
Bir inancın, idealin veya değerler sisteminin çelişkisi, sorgulanan inancı değiştirerek çözülebilecek bilişsel uyumsuzluğa neden olur; ancak sonuçta ortaya çıkan zihinsel stres, değişime sebep olmak yerine kasten yanlış algılama, gerçekleri reddetme veya inkâr yoluyla kişiye psikolojik uyumu geri kazandırır. Bu süreçte bireyler, çelişkili inançlarını paylaşan diğer insanlardan manevi destek isterler veya diğer insanları çelişkinin gerçek olmadığına ikna etmeye çalışırlar.
Bunun bir örneğini 2008 yılında yayınlanan ve "Rebbe" dedikleri Menachem Mendel Schneerson'un Mesih olduğuna inanan Çabad Ortodoks Yahudi cemaatinde meydana gelen inanç çelişkisiyle ilgili araştırma göstermektedir. Sözde mesih, 1994 yılında felç geçirerek öldüğünde, tarikat, Rebbe'lerinin Mesih olmadığını kabul etmek yerine, kültün bir kısmı bu çelişkili gerçeğe kayıtsız kaldı ve Schneerson'ın Mesih olduğunu ve yakında ölümden döneceğini iddia etmeye devam etti. Schneerson geri dönmedi.
Zorunlu Uyum
Zorunlu uyum, kişinin özel olarak yapmak istemediği ya da düşünceleriyle ters düşen bir eylemi yapmaya zorlandığı durumu ifade eder. Bilişsel çelişki, bu zorlamanın sonucu olarak eylemi gerçekleştirdiğinde ortaya çıkar. Artık davranış geçmişte kaldığı ve değiştirilemeyeceği için kişi eyleme karşı tutumlarını yeniden değerlendirerek çatışmayı azaltmaya çalışacaktır.
Festinger 1959’da insanları sıkıcı bir iş yapmaya zorlamanın bilişsel çelişki yaratıp yaratmayacağını deneysel olarak test etmiştir. Bu laboratuvar deneylerinde 71 erkek katılımcıya bir tahtadaki mandalları bir saat boyunca çevirmek gibi sıkıcı bir görev verildi. Daha sonra deneklere bekleyen bir katılımcıya (aslında deneyin işbirlikçisi) görevin eğlenceli ve ilginç olduğu yalanını söylemeleri için 1 dolar veya 20 dolar verildi. Deneklerin nerdeyse tamamı işbirlikçiye görevin eğlenceli olacağını söylemeyi kabul etti.
Deneyin sonunda katılımcılardan görevi değerlendirmeleri istendiğinde 1 dolar ödenen deneklerin 20 dolar ödenen deneklere kıyasla görevi daha eğlenceli bulduğu görüldü. Elbette bunun sebebi 1 dolar ödenen deneklerin bilişsel çelişki yaşamalarıydı. 20 dolar ödenen denekler daha iyi ödüllendirilmişlerdi ve yalan söylemeleri için daha büyük gerekçeleri vardı. Bu yüzden muhtemelen zihinsel bir çatışma yaşamadılar. Ancak bu sıkıcı işi yapmak ve yalan söylemek için 1 dolar tatmin edici bir ödül değildi. Bunun sonucunda 1 dolar ödenen denekler bilişsel çelişki yaşadılar ve ortaya çıkan zihinsel rahatsızlığı bastırmak için deneyin sonunda görevin eğlenceli olduğunu söylediler.

Görsel Yükleniyor...
Özgür Tercihler
İnsanlar hayatları boyunca küçük ve büyük birçok karar alırlar. Benzer iki seçenek ile karşı karşıya kalan kişi, her iki seçenek de benzer olumlu özelliklere sahip olduğundan uyumsuzluk duygusu yaşayacaktır. Ancak seçim yaptıktan sonra bilişsel çelişkinin yarattığı rahatsızlığı azaltma eğiliminde olacaktır. Bunu kendisini doğru kararı verdiğine inandırmaya çalışarak veya yaptığı seçimin neden doğru olduğuna gerekçeler bularak yapabilir.
Örneğin, başka bir şehirdeki iş fırsatıyla karşı karşıya kalan kişi işi kabul etmek ve sevdiklerine yakın olmak arasında kesin bir karar vermek zorunda kalabilir. Her iki durumda da zihinsel bir çatışma yaşamak kaçınılmaz olacaktır. Her iki seçeneğin de olumlu ve olumsuz tarafları vardır. İşi kabul ederse sevdiklerinden uzak kalmak zorunda kalacak, sevdikleriyle kalmayı seçerse kaçırılmayacak bir teklifi reddetmek durumunda kalacaktır. Sonuç olarak bu iki seçenek arasından bir karara varmak, tercih edilmeyen tercihin olası avantajlarından yararlanmamayı ve tercih ettiği seçeneğin olumsuz taraflarını kabul etmeyi içerecektir.
Çabayı Gerekçelendirme
Bir hedefe ulaşmak için büyük bir çaba sarf edilmesine rağmen onun yeteri kadar değerli veya anlamlı olduğunu hissetmemek bilişsel çelişkiye sebep olabilir. Çoğu insan hayatı boyunca bir konuda başarı göstermek için motive olur. Ancak sonra bunun başlangıçta düşündüğü kadar değerli olmadığını fark edebilir. Bunun sonucunda ortadaki çıkan çatışmayı onca zamandır harcadığı çabanın değerli olduğuna veya çaba harcayarak geçirdiği zamanın zevkli olduğuna kendini ikna ederek çözmeye çalışabilir. Bunlardan farklı olarak sonrasında o kadar da değerli olmadığını düşündüğü durum için aslında çok da çaba sarf etmediğini söyleyebilir ya da kendini ikna etmeye çalışabilir.
Günlük Hayatta Bilişsel Çelişki Örnekleri
Bilişsel çelişki, birçok insan tarafından yaşanan yaygın bir durumdur. Düşünce ve davranışların bir çatışma yaratacak şekilde bir arada olduğu birçok durum ve olay olabilir. Günlük hayattaki senaryolardan bazıları aşağıdaki gibidir:
  • Çoğu insan sigara içmenin sağlığa zararlarının farkında olsa da sigara içmeye devam eder. Bu davranış genellikle günlük hayatın stresli oluşuna vurgu yapılarak rasyonalize edilir. Dahası kişi sigaranın verdiği hisse, sağlıklı olmaktan daha fazla önem verdiğine kendini ikna edebilir.
  • Sağlıklı beslenmenin veya egzersiz yapmanın insana sağlayacağı faydalar bilinse de birçok insan bu konuda herhangi bir adım atmaz. Kondisyon eksikliğini hissettiğinde spor yapmaya başlamanın kendisine çok iyi geleceğini düşünmesine rağmen bu zamanı başka aktivitelere ayırmayı tercih edebilir. Bunun sonucunda suçluluk hissedilebilir.
  • Kendini hayvansever olarak gören birinin et tüketmesi yine örnek olarak verilebilir. Bu tutarsız durum et paradoksu (İng: "meat paradox") olarak adlandırılmıştır. Benzer şekilde bir evcil hayvanı olan kişinin hayvanlar üzerinde test edilen ürünleri alması bilişsel çelişki örneği olarak verilebilir.
  • Hayatında dürüstlüğe ve gerçeğe büyük önem atfeden biri, bazen bazı gerçekleri saklamak ya da ufak yalanlar söylemek zorunda kaldığında bilişsel çelişki yaşayabilir.
COVID-19 Pandemisi: Pandemi İnkârcıları ve Aşı Karşıtları
COVID-19 pandemisinde popülerleşen pandemi inkârcılarının ve aşı karşıtlarının durumu, bilişsel çelişkiye yönelik çok güzel ve oldukça güncel bir örnektir. Dolayısıyla burada, bu örneği biraz daha derinlemesine masaya yatırmak istiyoruz.
COVID-19 Pandemisi ve Potansiyel Çözümleri
COVID-19 pandemisi, 1960'lardan beri tanıdığımız ve solunum yoluyla bulaşan bir virüs grubunun yeni evrimleşmiş bir üyesinin, 2019'un sonundan beri milyonlarca insanın ölümü, yüz milyonlarca insanın hastalanması ve işten düşmesiyle sonuçlanmıştır; on binlerce hasta "Uzun COVID" denen uzun dönem sorunlarla boğuşmaktadır.
Bu pandemiyle mücadele edebilmekte kullanabileceğimiz, hem 3 asırdan beri kullanılan hem de 1980'lerden beri geliştirilen "yeni nesil aşılar" bulunmaktadır. Teknolojisi 1900'lerden beri iyileştirilen maskelerimiz bulunmaktadır. Orta Çağ'dan beri etkinliği bilinen ve bu nedenle asırlardır uygulanan sosyal mesafe ve karantina araçlarımız bulunmaktadır. Üstüne, bir de tarihte hiçbir noktada bulunmayan, bütün topluma aynı anda uyarı ve yönlendirmede bulunabileceğimiz kitlesel iletişim araçlarımız, mikrobiyolojimiz, virolojimiz, epidemiyolojimiz bulunmaktadır. Vahşi doğada belki soyumuzu tüketecek veya çok ciddi var oluş krizlerine yol açacak salgınları, binde 7 gibi ölüm oranlarıyla atlatabileceğimiz kadar gelişmiş hastanelerimiz, ilaçlarımız, bilimimiz bulunmaktadır. Bilim insanları, bu oranları daha da iyileştirmek, salgınları daha da hafif atlatmak ve masum insanlar gereksiz yere ölmesinler diye, bilimin tüm araçlarını kullanarak, salgına yönelik yeni müdahaleler de geliştirmektedirler. Bu müdahalelelerin sonucunda ortaya çıkan yönergeler de son derece basit ve tarihin zorlu testlerinden geçmiş önerilerdir: Aşı ol, maske tak, mesafeni koru. Bu kadar!
Buna rağmen insanlar, bu kadar basit şeyleri bile yapamamaktadır. Neden? İddialarına göre bu öneriler, özgürlüklerini elinden almaktadır. Neden? İddialarına göre bilimin ürünlerine güvenmemektedirler. Neden? Dünya genelindeki yüz binlerce saygın akademisyenin yazdığı makalelere ve söylediklerine değil de, bulgularını YouTube üzerinden veya internet sitelerinden açıklayan doktorlara güvenmektedirler.
İşte bu noktada, bilişsel çelişki bariz bir şekilde ortaya çıkmaktadır: Değiller ama, bir anlığına bilim karşıtlarının "güvendiği" bu doktorların da epidemiyoloji veya viroloji konusunda saygın doktorlar olduğunu varsayalım. Bilim karşıtları, inanmadıkları doktorların değil de, inandıkları doktorların doğru söylediğini nereden bilebilirler - veya bilebilirler mi? Hayır, bilemezler.
O zaman neden spesifik bir doktor grubuna inanıyorlar ve kendi inanç sistemlerini yaratıyorlar? Çünkü pandemi, objektif olarak rahatsız edici ve hatta korkutucu bir süreçtir; pandemi inkârcıları da bunu bilmektedirler. Öte yandan, pandeminin çözümü olarak önerilen (maske takma, aşı olma, mesafeyi koruma, vb. davranışlar) da rahatsız edicidir, çünkü günlük normdan bir miktar sapılmasını gerektirmektedir. İşte bu kişilerin zihninde, eğer tüm bu pandeminin "abartı" veya "yalan" olduğunu varsayarlarsa, o sıkıntılı davranış değişimlerine sebep olan pandeminin gerçekten ortadan kalkacağı sanrısı gelişmektedir. Yani pandeminin korkutuculuğuyla, potansiyel çözüm yollarının rahatsız ediciliği, bu kişilerin zihnindeki bilişsel çelişkinin temelidir.
Pandemi inkârcıları (tıpkı iklim değişimi inkârcıları veya düz dünyacılar gibi kültlerde de olduğu gibi), bu bilişsel çelişkiyi çözmek adına, hâlihazırda duymak istediklerini söyleyenleri "kahraman", diğerlerini "düşman" veya "satılmış" ilân etmektedirler ve gerçekleri kabullenmek veya gerçek olmayanlara inanmayı bırakmak yerine, kendi doğrularını inşa etmeye başlamaktadırlar.
Burada gördüğümüz; duyguları, düşünceleri, inançları ve değerleriyle çelişen bir bilgiyle karşılaşıp, psikolojik stres altına giren bireylerin; o bilgiye yönelik veri, gözlem ve kanıtlar, kendi inançlarıyla örtüşene kadar veya inançları gerçeklerle örtüşene kadar, gerçeklere ters düşen davranışlar sergilemeye daha meyilli hale gelmesidir. Bu, bilişsel kopukluğun tipik bir örneğidir.
Bilim İnsanları Bilişsel Çelişkiye Düşer mi?
Burada ilginç bir soru doğmaktadır: Bilimsel gerçekleri kabul edenlerde bilişsel kopukluk oluşamaz mı?
Elbette bilime değer veren kişiler de bir tehdit karşısında psikolojik strese girmektedirler; ama salgın gibi stres faktörleri, bu kişilerin dünya görüşünü oluşturan bilimsel veri ve objektif gerçeklerle hâlihazırda örtüştüğü için, bilişsel kopukluk deneyimlememektedirler. Bir diğer deyişle, bilim insanları salgınlar gibi problemlerin canlı popülasyonlarının sıradan ve olağan problemleri olduklarını zaten bildikleri için, insanlar bu tür bir sorunla karşılaştıkları zaman çok da yadırgamamaktadırlar veya şaşırmamaktadırlar.
Keza, bilim insanları (ve genel olarak bilimi takip eden kişiler) salgınların çözümleriyle ilgili davranışlara hâlihazırda aşina oldukları için, bunlar önerildiği zaman bunlara ayak direme yönünde herhangi bir ihtiyaç hissetmeyeceklerdir; çünkü bilimsel olarak doğru olan zaten budur. Bu kişiler, daha ziyade, stresin diğer bileşenlerinden, örneğin sağlık üzerindeki olumsuz etkilerinden mustarip olmaktadırlar.
Öte yandan bilime halihazırda pek kafa yormamış veya değer vermeyen kişiler aynı problemlerle yüzleştiklerinde, birçoğunun ilk yaptığı şey inkâr etmek olmaktadır - ve bu inkâr üzerine bir hikaye inşa etmeye başlamaktadırlar. O hikayeyi destekleyecek kişileri merkeze almaktadırlar, onların ürettikleri iddiaları "gerçek" bellemektedirler. Bu kişilerin "ürettikleri" iddialar, kimi durumda onlarca yıldır biriken verilerle tamamen çelişiyor olsa bile... Objektif veriler, iddialarının tam tersini gösteriyor olsa bile... O verileri üretmekte kullandıkları metotların yanlış olduğu bilinse bile... Bu "üretilmiş" iddialar, bilimin kalbinde yer alan ispat yükü ve olağanüstü kanıt prensiplerini tatmin etmiyor olsalar bile...
Pandemi İnkârcılarının Bilişsel Çelişkisinin Kırılımı ve Çözümü
Bilişsel çelişkiye düşmüş kişiler, ta ki ya gerçekler onlardan yana değişene kadar bu inkârcı davranışlarında ısrar ederler; ne var ki bu tür bir değişim, pratik olarak hiçbir zaman yaşanmamaktadır. Gerçekler, insanların inanç ve isteklerine göre şekillenmemektedir.
Bu tür bir bilişsel kopukluğu yenmenin bir diğer yolu da inançları ve değerleri, gerçeklerle örtüşecek biçimde değiştirmektir. Fakat insanlık tarihinde tekrar tekrar gözlendiği üzere, kişilerin haksız çıkma korkusu nedeniyle fikir değiştirdiği pek nadir görülen bir durumdur. Böylesi köklü bir bilişsel dönüşümün yaşanabilmesi için, eşit derinlikte bir deneyimin yaşanması ve bunun sebep olduğu güçlü teşvikin deneyimlenmesi gerekmektedir.
İşte bu nedenle başlangıçta aşılara karşıt olan kişilerin çoğu, yakınlarındaki birilerinin salgına yakalandığını gördükten sonra fikirlerini değiştirmektedirler. Benzer şekilde, COVID'e yakalanıp da bir nefes daha alabilmenin değerini anlayacak noktaya gelen kişiler, doktorlarına "Bana aşı yapın ne olur." diye yalvarmaktadırlar. İşte bu noktada, artık iş işten geçmiş olsa bile, bu kişilerin zihnindeki bilişsel kopukluk kırılmış olmaktadır ve inanç sistemi, gerçeklerle örtüşecek biçimde baştan geliştirilmektedir.
Ne yazık ki sosyoekonomik durumu, çevresi veya şansı dolayısıyla bu duruma henüz düşmeyen kişilerse, aynı yalanı sürdürmeye ve yeni kurbanlara yaymaya devam etmektedirler. Ama eldeki sorunda (örneğin salgının gidişatında), iklimin değişiminde veya Dünya'ya çarpmak üzere olan bir asteroidin rotasında köklü bir değişim olmazsa ve bu unsurlar türü tehdit etmeye devam ederse, yeterince uzun süre geçtiğinde elbette bu kişiler ya ölmektedirler ya da yılmaktadırlar ve hatırlananlar, o gerçekleri en başından söyleyen bilim insanları ve o sorunlarla gerçekten savaşmayı seçen kişiler olmaktadır.
Doğrulama Önyargısı, Bilişsel Kopukluğu Nasıl Pekiştiriyor?
Bilimsel meselelerde karşımıza çıkan bilişsel kopukluğun ana nedeninin "doğrulama önyargısı" olduğunu söylemek mümkündür: İnsanlar, inançlarını ve değerlerini doğrulamak istemektedirler. Bu istek, bizim en büyük bilişsel zaaflarımızdan biridir. Bizi doğrulayacak verileri cımbızlayıp, gerisini görmezden gelmeye meyilliyiz - ki nasıl yaptığımıza bağlı olarak, bu davranışımıza "cımbızlama safsatası" veya "algıda seçicilik" gibi isimler verilmektedir.
İnançlarımıza ters düşen veri sayısı arttıkça, o veriler ışığında inançlarımızı gözden geçirmek yerine, onlara daha sıkı sıkıya gömülmeye meyilliyizdir. Buna psikolojide "inanç direnmesi" ve "geri tepme etkisi" gibi isimler verilmektedir.
Tüm bu bilişsel önyargılara bilim insanları da açıktır. Her ne kadar bilim insanları, genellikle film ve dizilerde hiçbir derinliği olmayan "nerd" karakterler gibi gösterilseler de, bilim insanları da en nihayetinde insandır. Ama arada bir fark vardır: Bilim insanları, daha da önemlisi onların takip etmek zorunda oldukları bilimsel metot, bu zaafların farkındadır. Bilimin işleyişinde, insanın bu bilişsel zaafları her an gözetilmektedir. Onları elimine edecek mekanizmalar geliştirmiş haldedir ve geliştirilmeye de devam edilmektedir. Bu araçlar hata payını belki %0 yapamaz, ama sizin oturduğunuz yerden vardığınız bir sonuca nazaran, varılan sonuçların isabetsiz olma riskini milyonlarca kat azaltan metotlardır. Akran denetimi, yani "peer-review" gibi mekanizmalar, bu çabanın uzantılarıdır. Bilimin bu konularda sıkıntısı hiç yok değildir; ama en azından kendimizi kandırmadığımızdan emin olmak için elimizden geleni ardımıza koymadığımız, evrensel bir yöntem inşa etmiş haldeyiz. Çünkü unutmayın: En kolay kandırabileceğiniz kişi, kendinizsiniz.
Sonuç
Sözün özü, birçok insan hayatı boyunca birbirinden farklı kararlar vermek ve sosyal olarak bazı durumlara uyum sağlamak zorunda olduğundan kendini bir şekilde bilişsel çelişki yaşarken bulur. Bu bilişsel çelişki birçok değerin yargılanmasında ve değerlendirilmesinde büyük rol oynar. Ayrıca çatışan düşünce ve inançların karar verme sürecindeki etkisinin farkında olunduğunda daha hızlı ve doğru seçimler yapma konusunda bir beceri geliştirmeye fayda sağlayabilir.
Yanıtla
0
0

Bu içerik için bir tepkiniz var mı?

0
0
0
0
0
0
0
0
İnançlar konusundaki bazı benzer içerikler
İlginizi çekebilecek diğer içerikler
© 2019 - 2024 SoruDenizi v1.4.1
Giriş Yap

Üye Ol
En az 3 en çok 23 karakter, sadece harf ve rakam içerebilir. Boş bırakılamaz En az 6, en çok 36 karakter olmalıdır. Boş bırakılamaz

Kullanıcı Sözleşmesi'ni kabul ediyorum
Şifremi Unuttum
Şifre yenileme bağlantısı e-postanıza gönderilecektir.

Reklamlar Görüntülenemiyor 😞
Hoşgeldiniz, bir reklam engelleyici kullanıyorsunuz gibi görünüyor. Sorun değil. Kim kullanmaz ki?
Reklam engelleyici kullanma hakkınıza saygı duyuyoruz ancak reklam gelirleri olmadan bu siteyi harika tutmaya devam edemeyeceğimizi bilmenizi istiyoruz.
Anlıyorum; reklam engelleyicimi devre dışı bıraktım.
Soru Denizi, ziyaretçilerine daha iyi bir deneyim sağlamak amacıyla çerez (cookie) teknolojisini kullanmaktadır.
Detaylı Bilgi
Tamam